بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
مِن دُونِهِۦۖ فَكِيدُونِي جَمِيعٗا ثُمَّ لَا تُنظِرُونِ ٥٥
(54-55) Biz «Tanrılarımızdan kimi seni fena çarpmış» (demekden) başka (bir şey) söylemeyiz. (Hûd) dedi: «Allâhı hakıykî şâhid gösteririm ve siz de şâhid olun ki ben sizin Allâhı bırakıb da Ona ortak tutmakda devam etdiğiniz şeylerden kat'iyyen uzağım. Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin».
إِنِّي تَوَكَّلۡتُ عَلَى ٱللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمۚ مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلَّا هُوَ ءَاخِذُۢ بِنَاصِيَتِهَآۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ صِرَٰطٖ مُّسۡتَقِيمٖ ٥٦
«Şübhesiz ki ben, kendimin de, sizin de Rabbiniz olan Allaha güvenib dayandım. Yürür hiç bir mahlûk haaric olmamak üzere (hepsinin) alnından tutan Odur. Benim Rabbim hakıykaten doğru bir yol üzerindedir».
فَإِن تَوَلَّوۡاْ فَقَدۡ أَبۡلَغۡتُكُم مَّآ أُرۡسِلۡتُ بِهِۦٓ إِلَيۡكُمۡۚ وَيَسۡتَخۡلِفُ رَبِّي قَوۡمًا غَيۡرَكُمۡ وَلَا تَضُرُّونَهُۥ شَيۡـًٔاۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٍ حَفِيظٞ ٥٧
«Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim). Ben size ne ile gönderilmişsem işte size onu tebliğ etdim. Rabbim size yerinize diğer bir kavmi getirir de Ona hiç bir şeyle zarar yapamazsınız. Şübhesiz ki benim Rabbim her şey'in üstünde bir nigehbandır».
وَلَمَّا جَآءَ أَمۡرُنَا نَجَّيۡنَا هُودٗا وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَعَهُۥ بِرَحۡمَةٖ مِّنَّا وَنَجَّيۡنَٰهُم مِّنۡ عَذَابٍ غَلِيظٖ ٥٨
Vaktaki (azâb) emrimiz geldi. Hûd'ü de, maiyyetindeki mü'minleri de, bizden bir rahmet olarak, selâmete erdirdik, onları ağır azâbdan kurtardık.
وَتِلۡكَ عَادٞۖ جَحَدُواْ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِمۡ وَعَصَوۡاْ رُسُلَهُۥ وَٱتَّبَعُوٓاْ أَمۡرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٖ ٥٩
İşte Âd (kavmi)! Onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkâr etdiler, peygamberlerine aasî oldular, inâdcı her zorbanın emri ardınca gitdiler.
وَأُتۡبِعُواْ فِي هَٰذِهِ ٱلدُّنۡيَا لَعۡنَةٗ وَيَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِۗ أَلَآ إِنَّ عَادٗا كَفَرُواْ رَبَّهُمۡۗ أَلَا بُعۡدٗا لِّعَادٖ قَوۡمِ هُودٖ ٦٠
Onlar bu dünyâda da, kıyaamet gününde de lâ'net (cezasına) tâbi' tutuldular. Haberiniz olsun ki Âd (kavmi) Rablerine küfretdiler. Gözünüzü açın ki Hûd'ün kavmi olan Âd'e (rahmet-i ilâhiyyeden ebedi) uzaklık (verildi).
۞ وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمۡ صَٰلِحٗاۚ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥۖ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ ٱلۡأَرۡضِ وَٱسۡتَعۡمَرَكُمۡ فِيهَا فَٱسۡتَغۡفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوٓاْ إِلَيۡهِۚ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٞ مُّجِيبٞ ٦١
Semuud'a biraderleri Saalih'i (gönderdik). Dedi ki: «Ey kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin Ondan başka hiç bir Tanrınız yokdur. O, sizi toprakdan meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmiye (yahud: i'maara) me'mur etdi. O halde Ondan mağfiret isteyin, sonra Ona tevbe edin (hep Ona dönün). Şübhesiz ki Rabbim (in rahmeti) çok yakındır; O, (duaları da) kabul edendir».
قَالُواْ يَٰصَٰلِحُ قَدۡ كُنتَ فِينَا مَرۡجُوّٗا قَبۡلَ هَٰذَآۖ أَتَنۡهَىٰنَآ أَن نَّعۡبُدَ مَا يَعۡبُدُ ءَابَآؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكّٖ مِّمَّا تَدۡعُونَآ إِلَيۡهِ مُرِيبٖ ٦٢
«Ey Saalih, dediler, sen bundan evvel içimizde ümîd beslenen bir (zât) din. (Şimdi) atalarımızın tapdığı şeylere tapmamızdan bizi vaz geçirmek mi istiyorsun? Senin bizi (kulluğuna) da'vet etdiğin (Rab) den hakıykaten şek içindeyiz, şübheleniciyiz».
قَالَ يَٰقَوۡمِ أَرَءَيۡتُمۡ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٖ مِّن رَّبِّي وَءَاتَىٰنِي مِنۡهُ رَحۡمَةٗ فَمَن يَنصُرُنِي مِنَ ٱللَّهِ إِنۡ عَصَيۡتُهُۥۖ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيۡرَ تَخۡسِيرٖ ٦٣
(Saalih) dedi ki: «Ey kavmim, ya ben Rabbimden (gelen) apaçık bir mu'cizenin üzerinde isem ve O, kendinden bana bir rahmet (bir peygamberlik) vermişse? (Buna) ne dersiniz? O halde Allah (ın intikaamın) dan, eğer Ona isyan edersem, (kurtarmak hususunda) bana kim yardım eder? Demek, siz beni ziyana uğratmakdan, (bunu) bana karşı artırmakdan başka, bir şey yapmayacaksınız».
وَيَٰقَوۡمِ هَٰذِهِۦ نَاقَةُ ٱللَّهِ لَكُمۡ ءَايَةٗۖ فَذَرُوهَا تَأۡكُلۡ فِيٓ أَرۡضِ ٱللَّهِۖ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٖ فَيَأۡخُذَكُمۡ عَذَابٞ قَرِيبٞ ٦٤
«Ey kavmim, işte size bir âyet (bir mu'cize) olmak üzere Allahın şu dişi devesi! Artık onu (serbest) bırakın. Allahın arzında yesin. Ona fenalık edib dokunmayın. Binnetîce sizi yakın bir azâb yakalar».
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُواْ فِي دَارِكُمۡ ثَلَٰثَةَ أَيَّامٖۖ ذَٰلِكَ وَعۡدٌ غَيۡرُ مَكۡذُوبٖ ٦٥
Derken, onu, ayaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine (Saalih) dedi ki: «Memleketinizde üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalanı çıkarılamayacak bir tehdîddir».